Yirmi Yaşına Ne Söylerdim
Biz büyükler gençlere şöyle yap, böyle yap emirleri ile onlardan istediklerimizi sıralamıyor muyuz?
Yirmi yaşına gelen bir genç ne ister? Ruhunda ne fırtınalar esiyor? Anne, baba, öğretmenler gençlerin dilinden, gönlünden anlıyor mu?
Gençlerin duyguları, hayalleri, umutları için “can simidi” olabiliyor mu? Ağabey, arkadaş kısaca rehber olabiliyor muyuz gençlere?
Öğrencilerin karşı karşıya olduğu kurallar, yönetmelikler, emir ve buyruklar da olduğu gibi katı, ezberci, emredici, yasakçı zihniyette değil, öğrencilerin yani gençlerin önüne yeni seçenekler, demokratik, düşünen, yorumlayan, tartışan gençlerin; sevgi ve barışı ön plana alan, duyarlı, sorumluluk sahibi, cesaretli, araştıran, sorgulayan, tartışan, hatta eleştiren(eleştiriden korkmamak gerek. Eleştiri; “eleme, birleştirme, kurma, çıkarma, düzeltme, yoklama işi”) aydın yurttaş olmalarını sağlamaya çalışırken çok şey söylerdim gençlere.
Ama ben söylemek yerine gösterir, önünü açar, örnek olur, başarısında pay sahibi olurdum.
Sevgi ile arkadaşça, dostça ve konuşarak, yorumlayarak, sorgulayarak düşünmelerini sağlar onlara güven verirdim.
Atatürk Cumhuriyeti gençlere emanet ederken olayın önemini biliyordu elbet.
Yirmi yaşındaki bir gencin umutsuz olmamasını, hayal kurarak, hayallerinin peşinden gitmesini bir “ideal” edinip o ideali için her şeyi denemesini, gerekirse zorluklara göğüs germesini salık verirdim.
Çünkü yaşamında önünde uzun yıllar olan bir gencin enerjisi, duygusu ve hayalleri ile bunu başarmak zorunda olduğunu düşünmesini sağlamak için iyi bir gözlemci, çocuk ve gençleri seven bir yurttaş olmak yeter diye düşünüyorum.
Descartes’in “düşünüyorum o halde varım” dediği gibi ya da Atatürk’ün “Ey Türk Gençliği” diye başlayan hitabesinde dediği gibi.
Topluma yön vermiş ünlü kişilerin ortak özelliği, bu kişilerin başarısının sırrı gençliklerinde, hayallerinde yaşattıkları istek, arzu kısaca “ideallerinin” peşinden gidip amaçlarına ulaşmalarıdır. Yani bu kişilerin gençliklerinde, duygu, düşünce ve hayallerinde aramalı başarıyı.
Bunu yaparken kitap okuma, kitapla tanışma, kitabı sevmek çok önemli.
İşte ben ne söylerdim den daha önemli olan önce kitap okumayı sevdirmeye çalışırdım.
Hz. Ali’nin “bana bir harf öğretenin kulu kölesi olurum” özdeyişini hatırlatırdım gençlere.
“Tüccar devlet” mantığıyla değil “sosyal devlet” anlayışı ile gençlerin elinden tutar, gençlerin siyasete girmelerini teşvik eder, öğütlerdim.
Liseyi bitirme yaşını tamamlamış 20 yaşındaki bir gencin önündeki üniversite endişesini veya iş bulabilmek, evlenebilmek için kendisine gerekli olan maddi ve manevi desteği sağlardım.
Burada bir örnek olarak eğitimci, karikatürist, heykel sanatçısı ve siyasetçi olarak Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof.Dr. Sayın Yılmaz Büyükerşen’in başarısının ya da sırrının; daha orta öğretim ve üniversite yıllarında sanatla tanışan, okuyan, araştıran bir kişilik olması yanında hedef ve ilkeler koyarak “ideallerinin” peşinden koşmasını görürdüm. Yılmaz Büyükerşen’in yaşamını incelemelerini öğütlerdim.( Zamanı Durduran Saat kitabı)
Yine Atatürk’ün tüm başarılarının daha öğrencilik yıllarında okuyan, araştıran, düşünen kısaca kitapla tanışan, okumayı seven bir kişi olması Atatürk’ün bireyden toplumsala yaratıcılığa dönüşen idealleri çağdaş Türk Toplumunu ve yeni bir Türkiye Cumhuriyeti doğmasını sağlamıştır. Sır gençlik yıllarında gizli.
Bu konuda bir başka çarpıcı örnek “Beyaz Zambaklar Ülkesi” kitabının da yazarı olan Grıgory Petrov’un yazdığı “ideal öğretmen” kitabının kahramanı Prof.Dr. S.A. Raçinski’ nin öğretmen ve öğrencilere örnek olacak gerçek hayat hikayesi’nde gizli.
Kısaca; Dünya çapında ünlü bir Matematik profesörü olan Raçinski bir gün aniden Moskova Üniversitesindeki görevinden ayrılıp köyüne (Tatevo) köy öğretmeni olarak atanmak isteyerek herkesi hayal kırıklığına uğratır. Tüm uyarı, öneri ve eleştirileri “elinin tersiyle” iterek ün ve parayı bir kenara bırakarak ideali peşinden ve “ideal” bir öğretmen olmak için işe başlayarak, uzun yıllar uğraşarak, çaba göstererek başarılı olmuştur.
Çünkü Raçinski köyünde yüzlerce yetenekli gencin ilgi, sevgi ve rehberlik beklediğini düşünüyordu.
Bizim ülkemizde de olduğu gibi “okullarda çocuklara doğru dürüst bir eğitim veremiyorlar. Hayatı anlamanın metodunu öğretemiyorlar” diye düşünüyordu.
Sonunda köyünden başarılı, ünlü yüzlerce doktor, mühendis, ressam, opera sanatçısı, din adamı, bürokrat, bilim adamı vb. yetiştirmiştir.
Ülkemizde çok başarılı bir örnek olan “Köy Enstitüleri” örneğini incelemelerini isterdim gençlerden.
Bu kurumlardan mezun ünlü, ünsüz her genç “ideal” bir öğretmen olarak mezun olmuştur. Ve ideallerinin peşinde başarılı olmuşlardır.
Kitapların şair ve yazarlarının çoğunun başarılarındaki sırrın hayal kuran, düşünen ve ideallerinin peşinden giden, gençlik hayalleri ile başarıyı yakaladıklarını anlatırdım. Hatta anlatmak yetmez o tür kitapları ve yazarlarını okumalarını sağlardım.
Yapardım, ederdim, önerirdim gibi söylemler yerine meslek hayatımızda yerine getirdiğim birkaç uygulamayı hatırlayıp bunları da gençlere önerirdim elbette.
Özellikle başarılı öğrencilere hediye olarak imzalayıp verdiğim kitapların sayısını daha da çoğaltmak isterdim.
Okullarda gençler ile birlikte sahneye koyduğum tiyatro oyunlarının sayısını çoğaltırdım.
Öğrencilerin karnelerine bir matematik öğretmeni olarak yazdığım, tatilde dergi, gazete, şiir, roman vb. okumalarını kısaca ne bulurlarsa okumalarını önerdiğim gibi bunu tüm öğretmenlerin önermesini sağlamaya çalışırdım.
Kütüphanesiz köy okullarında gönüllü kurduğum kütüphanelerin okunan kitapları gibi kütüphanesiz tüm köy okullarının kütüphane, kitap ile tanışmaları için ön ayak olmak gibi uygulamalarla çıkardım öğrencilerin karşısına.
Okullara tiyatro dersi konulmasını önerirdim. Her zaman savunduğum gibi.
Psikolog Doğan Cüceloğlu’nun öneri, uyarılarında dediği gibi. “Miş gibi yaşamlar” isimli kitabında yazdığı gibi. Uyarılarını dikkate alırdım. Bu kitabı gençlerin okumalarını önerir veya sağlardım.
Bir başka örnek eğitimci, yazar, ressam olan Sabahattin İzcioğlu’nun başarısının gençlik duygu, düşünce ve ideallerindeki amaçta yattığını ve “Eğitim-Öğretim Üzerine-1”, “Küçüklere Değil Büyüklere” isimli kitabını da mutlaka okuturdum.
Kısaca; çocukların, gençlerin önlerine balık koyup yemelerini istemek yerine balık tutmalarını öğretirdim.
Üniversite giriş sınavında başta Matematik dersi olmak üzere bazı derslerden 0(sıfır) çekmelerini önlemeye çalışırdım binlerce öğrencinin.
Dünya sıralamasında ülkemiz öğrencilerinin Fen Bilgisi, Matematik gibi sayısal derslerde neden son sıralarda oldukları ve buna benzer konuları araştırmalarını isterdim.
İş bulamayan, bulanların da beğenmeyip ülkeyi neden terk etmek istediklerini, ülkeyi yönetenleri sorgulayarak araştırmalarını, hatta bunu kitap olarak yazmalarını isterdim.
Düşünen, çözüm arayan, sorgulayan, tartışan, eleştiren gençler olmalarını sağlamaya çalışırdım.
Gençlere ne söylerdim den önce…
Yaşamak sevince güzel
Genç arkadaş
Boş ver sen büyükleri
Önünde engin denizler
Kadar uzun bir ömür var
Sen “ideal”inin peşinden koş
Sevgi ve barış dolu
Umut kapıları açılacak sana
Her şey senin elinde
Başarmak,değiştirmek
Ve mutlu sona ulaşmak
Yaşamak sevince güzel
Yazı hakkında yorum, eleştiri ve önerileriniz için Yazar- Cengiz Ersöz’e buraya tıklayarak mail gönderebilirsiniz.