Senin Büyük Yalnızlığın; Zihinsel Çürüme
20 yılı aşan meslek hayatımda, sayısız insanı tanıma ve gözlemleme fırsatım oldu. Davranışların altında yatan motivasyonların farkına varmak için harcadığım onca zamanın beni bazı düşüncelere yönlendirdi. Gözlemlerim neticesinde toplumun zamanla nasıl değiştiğine tanıklık ettim. Bireyin, 20 yıl önce gerçekleşen bir olay karşısında ortaya koyduğu davranışları ile günümüz insanının davranışları arasındaki farklılığa bu nedenle şaşırmıyorum. 25 yıllık döngülerle nesil atlayan bir tür olarak insanlık; bir nesil süresinde, teknolojik ve sosyolojik sayısız değişim yaşaması, evrimin nesiller boyu süren yavaş değişimlerle gerçekleştiğini düşünürsek çok sağlıklı değil. Bu nedenle toplumun geneli değişen ve farklılaşan dünyayı algılamakta zorluk çekiyor. Bahsettiklerimi algılamak için çok uzağa bakmaya gerek yok; en başta kendimize, yakın çevremize, arkadaşlarımıza ve toplumu oluşturan diğer bireylere bakmak yeterli. Yaptığım gözlemlerden yola çıkarak, kendimce bu zihinsel çürümeye yol açan nedenleri sıralamak istedim.
Her an gelişen, bilim ve teknolojinin, bilim anlatıcıları sayesinde toplumun gündemine geliyor olması, bilginin erişilir, paylaşılır ve kolay anlaşılır hale gelmesi zihinsel çürümenin başlangıcıdır.
Ortalama 100 yıldır bireyi tüketime yöneltmek amacıyla; kitaplar, filmler, diziler, televizyon, sosyal medya ve firma reklamları tarafından pompalanan, “sen özelsin, biriciksin, değerlisin, kıymetlisin” algısı insan zihnini zıvanadan çıkaranların en başında geliyor.
Globalleşen dünyada, ulaşımın kolaylaşması, markaların ürettiği kıyafetlerin ve diğer tüketim araçlarının standart bir görünüme kavuşması, (yani yöreselliğin ve etnik farklılığın ortadan kalkması) büyük marketlerin ve alışveriş merkezlerinin her yerde bulunması ve zincir gıda, kahve ve giyim markalarının birbirinin kopyası, standartlar oluşturması nedeniyle bireyin nerede olursa olsun hep aynı yerdeymiş hissine kapılması, kişiyi, bireysel algının yok olmasına ve hiçbir yere ait hissetmeme düşüncesine yöneltiyor.
Binlerce yıldır sayısız filozofun düşündüğü ve ortaya koyduğu fikirlerin, özetlenerek, kısaltılarak, bir cümleye indirgenerek basitleştirilmesi herkesin üzerinde düşünebileceği ve düşünürse anlayabileceği gibi bir algı yaratılarak, yeteri kadar olgunlaşmamış zihinlerde derin felsefi düşüncelerin sorgulanması, kişinin zihninde varoluşsal bataklığa sürüklenmesinin en büyük nedenlerinden.
Herkesin içsel dünyasında yalnız ve kırılgan olduğu toplumda, bireyin kendini tanıma ve anlama çabasıyla içine düştüğü psikoloji; uzmanı olmayan kişilerin fikir yürütüp kendine ve başkasına teşhis koyabileceği basit bir bilim dalı haline geliyor. Bu sadece bireyin kendini savunmak için geliştirdiği, “Ben diğerlerinden farklıyım, daha zekiyim, onlar beni anlamıyor, ben her şeyi çözdüm” zannetme durumuna yol açarak zihinsel çürüyüşünü hızlandırıyor. Bu tarz kişiler, kendilerine ve sorunları olduğunu zannettikleri kişilere büyük zararlar veriyor. İyi niyetli bile olsa fikirleri haddini aşar ve toplumun bozulmasında büyük rol oynamış olurlar.
Farkına vardığım en önemli durumlardan biri de, varoluşsal sancılar çeken bireyin, inanç ve aidiyetlikten uzaklaşarak; varlığını, yaşamı ve yaşamın anlamını sorgulamaya başlayarak kendini geri dönüşü olmayan bir bunalımın içine sokmasıdır. Bu durum sadece bireyin kendi hayatını değil, aile ve sosyal çevresini de etkiler. Farkına vardığını zannettiği düşünceleri çevresindeki herkesle paylaşarak kabul görmeye, onaylanmaya çalışır. Düşünce ve fikirlerine uyum sağlamayan kişileri kendinden uzaklaştırır veya onları manipüle etmeye çalışarak haklılığını kanıtlama yoluna gider. Bu davranışlar zihinsel çürümenin bulaşıcı bir form aldığının ve topluma yayılmaya başladığının göstergesidir.
Özellikle toplumda yalnız yaşayan bireylerin artması ve bu nedenle geçmişin kalabalık aile ortamlarına duydukları özlem duygusu bir çeşit kıskançlığa dönüşerek bireyin yalnızlığının suçlusu, birlikte yaşayan kişilere öfke duymasına neden olur. Bu öfke kendisini en başlarda çevresindeki birlikte yaşayan insanlara yönelik “Ailenle yaşıyorsun, ne kadar şanslısın.”, “Birlikteliğiniz ne kadar güzel, keşke ben de böyle bir ilişki yaşayabilsem.”, “Tüm iyi kadınlar/erkekler başları tarafından kapılmış.” gibi söylemlerle dile getirilerek başta iyi niyetli gözükse de, bir süre sonra öfkeye ve saldırganlığa dönüşür.
Kimsenin sahip olduklarıyla mutlu olmama durumu, yazdıklarım arasında en ciddi alınması gereken ve geri dönüşü olmayan gittikçe bireyi içine sürükleyen en korkunç durumdur. Toplumun geneli kendi hayatından, işinden, ilişkisinden ve ailesinden memnuniyet duymaz. Bu nedenle herkes, bir diğerinin hayatına özenerek, kendinde varlığını hissetmediği ama başkalarında var olduğunu zannettiği huzurun sahibini sorumlu tutar. Bu durum sadece ilişkilerle sınırlı değildir. Sosyal statü, dış görünüm, kıyafet, maddi durum, sahip olunan mallar gibi akla gelebilecek tüm sebepleri örnek gösterir. Zihinsel çürümüşlüğün içine düşen birey, istediğini sandığı her şeye sahip olsa dahi, yine de tatmin hissetmez ve başkalarının sahip olduklarına arzu duyar.
Zihinsel çürümüşlüğün bir virüs gibi kişiden kişiye yayıldığını düşünürsek, toplumun en büyük hastalığının bu olduğunu söyleyebilirim. Peki, nasıl tedavi edilebilir? Açıkçası standart bir tedavisi olduğunu düşünmüyorum. Bunun sadece bireysel farkındalığımızı arttırıp sergilediğimiz davranışları analiz ederek ve ona göre yaşamımızı dizayn ederek düzeltebileceğimizi düşünüyorum.