Sağ Salim Salih
O öldüğünde kimse gözyaşı dökmedi. Salim Salih’in cansız bedeni, ölümünden bir hafta sonra evinin kapısının önünde boylu boyunca uzanır halde bulundu. Topunu onun bahçesine kaçıran küçük kız da görmese, Salim Salih’in ekşimiş ve sinek bahçesine dönmüş bedeni, kim bilir kaç gün daha toprak üstünde yatacaktı?
Polis önce küçük kızın evinin kapısını çaldı. Kara yüzü ve terden alnına yapışmış saçlarıyla, kızın annesi açtı kapıyı. Kocasını meyhaneden, çocuklarını meyve bahçelerinden toplayıp eve getirmenin yorgunluğu vardı sırtında. Bütün sorumluluğu alabilmenin getirdiği özgüvenle ojesiz tırnaklarını kapı girişine dayayıp, öğle vaktinde kapısını çalan bu patavatsız polise dikti gözlerini. Bir gecede yedi çocuk doğurduğuna dair söylentiler dolanıyordu mahallede, kendisi de dâhil kimse çocuklarının adını bilmez, parmakla işaret ederek çağırırlardı. “Memur Bey!” Dış kapıya kadar yayılmış tarhana kokusu, doğum sonrası kilolarını vermeye gerek duymadan, yeni bir doğuma hazırlanan anneyi mutfağa çağırıyordu. “Benim cinayet işleyecek vaktim yok.” tahta kapı gıcırdayarak polisin suratına kapandı.
Memur Bey düşündü, bu Salih denen adamcağızı mahallenin bakkalı tanıyor olsa gerekti. Toprak yoldan çıktı, dosdoğru caddeye indi, bozuk kaldırıma çıkıp çıngırak sesi eşliğinde bakkala girdi. Önce bir iki kere aksırdı ama sonra toz kokusuna alıştı burnu. Dükkân sahibi, nasırlı ellerini tezgâha dayayıp kendini bir iki adım geri çekti. “İki adımlık dükkânda, alacağın edevatın yerini bana sormayacaksın İnşallah Memur Bey”. Ellili yaşlarını çoktan geçmiş ve yedi yaşından itibaren bakkallık yapmasına rağmen iki metrekare daha geniş bir dükkân açacak güce sahip olamamıştı. Babasından ona miras kalan bir içgüdüyle her salı akşamı kasabaya gider, bozulmaya yüz tutmuş yapış yapış çiğ inek etinin ve kurumuş kan tortularının arasında kumar oynardı. “Salih’i tanıyor musun sen, borcu falan var mıydı sana?”
Dükkân sahibi sanki yıllardır bu anı bekliyordu. Çeşitli oyunlarla bütün mahallenin parasını sömüren kasap, zenginliğinin zirvesini parmaklıkların ardında yaşamalıydı. “Şu hep köpeğiyle dolanan Salim Salih’i mi diyorsun? Diriyken de kimse adını anmazdı. Bana borcu yoktur da…” duraksadı. Boğazını, bir kanalı açar gibi gürültüyle temizleyip yazarkasaya tükürdü. “Kasaptan iti için kemik alırdı. Kesin ona borcu vardır. Zaten o herif de pek tekin değil benden söylemesi.” Beline kramp girmiş gibi tezgâha yaslanıp polis memuruna yaklaştı. “ Dediklerine göre dükkânın alt katında kumar oynatıyormuş. Onun adamları da vardır, insanın ensesinden yakalar.” Elini havada savurup avucunu kapattı. Polis memuru ilgiyle kaşlarını kaldırdı. “Köpeğinden başka kimsesi yok mu bu adamın?” Dükkân sahibi omuz silkti. “Yarın karakola gel, ifadeni ver.”
Kasaptan içeri girer girmez eliyle ağzını kapattı polis memuru. Sanki içeride hayvan değil de, insan ölmüştü. Görünürde kimse yoktu, polis dükkânda bir iki tur attı, olmadı, seslendi. Hızla merdivenleri tırmanan ayak sesleri, paranın kokusunu aldığını düşünen kasabın beyaz kapıyı açmasıyla son buldu. “Hoş geldiniz memur bey, ne yapayım size, kıyma çekeyim mi?” Memur hayır dercesine elini kaldırdı “İstemez. Salih’i sormaya geldim. Kimdir, necidir, senden alışveriş yapar mı?” Kasap elini beline koyup olduğu yerde kıpırdandı. Uçları sararmış kara bıyıkları ve iri vücuduyla, kestiği hayvanlardan birine benziyordu. Bakışlarında, aşağılanarak geçirdiği çocukluğun ve üç başarısız evliliğin izlerini taşıyordu. “Salih, Salim Salih mi? Bayadır gelmedi.” Polis memuru, kasabın ağzından çıkacak kelimeleri biliyordu zaten. Polisin sorduğu bütün soruları başarıyla savuşturdu. Bununla kalmayıp, onu bir kadının evine yönlendirdi. Salim Salih’in hakkında söylediği kayda değer tek şey “Allah rahmet eylesin” oldu.
Güneşten yanmış ve yer yer derisi soyulmuş bacağını diğer bacağının üstüne attı kadın. Boyalı kaşlarını çattı. “Evet, Salim Salih’le görüşürdüm.” Memur, etraftaki çöp yığınını ittirerek koltuğa oturdu. Kadın, kısacık elbisesini çekiştirip duruyordu oturduğu yerde ancak üzerinde tatil beldesinde gezen insanların rahatlığından vardı, sanki daha önce çokça polis görmüş, akşam yemeklerinden sonra karakola gidip düzenli olarak ifade vermişti. “Bana bir zararı yoktu, zaten iki haftada bir gelirdi, parası çıkışmazdı kolay kolay. Yalnız geçen gece meyhanede bir kavgaya girdiydi benimkiyle…” Polis memuru kadına doğru eğildi. “Seninki kim?” Kadının yüzü kızardı, dudaklarını utançla karışık bir gururla büzdü. “Şu bereketli rahmi olan çingene var ya…”
Memur meyhaneye girdiği gibi ensesinden yakaladı adamı. Bütün gün oradan oraya dolanmaktan sabrı tükenmiş, insanların hayat hikâyelerinden bir tane daha dinleyemeyecek konuma gelmişti. “Ne işin vardı Salim Salih’le?” Meyhanedekilerin gözleri, memurun öfkeden çılgına dönmüş yüzüne odaklandı. Cılız adamın bedeni, cüssece ondan farkı olmayan memurun ellerinde sallanıyordu. “Salim Salih kimdir ben bilmem beyim.” Polis memuru adamın yakasını bıraktı. Adamcağız nereden bilsindi Salim Salih kim? “Kimle kavga ettin geçen gün?” Cılız herifin yüzüne gevşek bir gülümseme yayıldı. Ellerini ovuşturarak memurun kulağına yaklaştı “Yanlış evlerde bulmuş mutluluğu, üstüne üstlük para da…” Polis yüzünü buruştu “Sus sus. Yarın karakola gel de ifade ver. Bir ara da evine uğra, karına.”
Salih’in otopsi raporu, bir hafta geçmeden polis memurunun eline ulaştı. Apar topar kapattılar cinayet dosyasını. Zavallı memur onca dolanmanın boşa gittiğine mi üzülseydi, daha fazla gezintiye maruz kalmadığına mı sevinseydi bilemedi. Salim Salih’in çürümüş bedeni fark edildiğinde ölümünün üzerinden bir hafta, köpeği arka odalardan birinde bulunduğunda ölümünün üzerinden iki hafta geçmişti. Salim Salih, bir Pazar sabahı kuduzdan öldü.
Yazı hakkında yorum, eleştiri ve önerileriniz için Yazar- Aylin Arifoğulları’na buraya tıklayarak mail gönderebilirsiniz.